Bilinmezliğin Gölgesi
- Arda Altınçelep
- 5 Eki 2024
- 2 dakikada okunur
Hepimiz yaşamın sonsuz akışında, karşılaştığımız her yeni adımın bilinmezliğinde yürürüz. Karanlık bir odada, gözlerimiz kapalıyken attığımız her adım gibi, geleceğin ne getireceğini bilemeyiz. İşte bu bilinmezlik, içimizde kök salan, derin bir kaygının tohumlarını atar: anksiyete.
Anksiyete, bir yanıyla beklenmedik olaylara karşı duyulan korkudur. Ancak bu korkunun temelinde, belirsizlik ve bilinmezlik duygusu yatar. Yarının ne getireceğini bilmemek, kontrolümüz dışında olan olayların sonucunu tahmin edememek, zihnimizde bir dizi felaket senaryosu oluşturur. Gelecek, bilinmez bir karanlıkken, zihnimiz bu boşluğu doldurmak için sürekli çalışır. Olabilecek en kötü durumları kurgular, yaşanacak başarısızlıkları öngörür ve bedenimiz bu düşüncelerin yüküyle taşar.
Anksiyetenin özünde yatan bu bilinmezlik, aslında bizi korumak için var olan bir mekanizmadır. İlkel beynimiz, tehlikelerle dolu bir dünyada hayatta kalmamızı sağlamak için bilinmezliği potansiyel bir tehdit olarak algılar. Ancak, modern dünyanın karmaşıklığı arttıkça, bu sistem aşırı bir şekilde devreye girer. Artık ormanda bir yırtıcıdan kaçmak zorunda değiliz, ama zihnimiz geleceğin getirebileceği her türlü olasılığı tehlike olarak görür.
Bilinmezlik, bir boşluktur. Zihnimiz bu boşluğu doldurmak için sürekli bir şeyler üretir. İşte burada devreye obsesyonlar girer. Obsesyonlar, zihnin bilinmezliğe karşı geliştirdiği savunma mekanizmasıdır. Kendi başına çözülemeyen, anlaşılamayan ve kontrol edilemeyen bir durumla karşı karşıya kaldığımızda, zihin bu boşluğu doldurmak için takıntılar yaratır.
Obsesif-kompulsif bozukluk (OKB), aslında bilinmezlik korkusunun en uç noktasıdır. Bir kişi, “acaba ellerim gerçekten temiz mi?” diye sorar, çünkü mikropların gözle görülememesi ve kesin bir şekilde temizliğin sağlandığından emin olamama durumu, bilinmezlikle yüzleşmenin somut bir örneğidir. Bu bilinmezlik karşısında zihin, sürekli tekrar eden düşüncelerle (obsesyonlar) kendini rahatlatmaya çalışır. Ancak, ironik bir şekilde, bu obsesyonlar bilinmezliği daha da büyütür.
El yıkama, kapıyı kilitleme ya da elektriği kapatıp kapatmadığını kontrol etme gibi kompulsif davranışlar, bu bilinmezliği yatıştırmak için geliştirilmiş davranışlardır. Ancak, bu davranışlar hiçbir zaman tam anlamıyla yeterli gelmez. Çünkü aslında ortada çözülemeyen, kontrol edilemeyen bir bilinmezlik vardır: “Ya gerçekten yeterince temiz değilsem?” ya da “Ya gerçekten kapıyı kapatmadıysam?”. Kişi bu sorunun cevabını kesin olarak bilemez ve bu yüzden tekrar tekrar kontrol eder.
Bilinmezlik, insan zihninin en derin korkularından biridir.
Ne kadar kontrol etmeye çalışsak da, hayatın her alanında belirsizlikle yüzleşmek zorundayız. Anksiyete ve OKB'nin özünde yatan, işte bu belirsizliktir. Bu bozukluklar, bireyin bilinmeyene tahammül edememesi sonucunda ortaya çıkar. Zihin, bilinmeyeni bilinir hale getirmek için sürekli bir döngü içine girer. Ancak, gerçek şu ki, bazı şeyler hiçbir zaman kesin olarak bilinemeyecek ve kontrol edilemeyecek.
Bu durumu aşmanın tek yolu, bilinmezliğe karşı daha sağlıklı bir tutum geliştirmektir. Bilinmezliğin doğasında var olan bu kontrol edememe duygusunu kabullenmek, kaygıyı hafifletmenin en güçlü yollarından biridir. Zihnimizin her boşluğu doldurmak zorunda olmadığını öğrenmek, anksiyete ve OKB ile başa çıkmada önemli bir adımdır. Bazen soruların yanıtlarının belirsiz olabileceğini, bazı kapıların kapatılmamış olabileceğini kabul etmek, zihinsel yükümüzü hafifletebilir.
Anksiyete ve OKB’nin bilinmezlikle harmanlanmış doğası, onları yalnızca zihinsel bir sorun olarak değil, insanlığın varoluşsal bir korkusu olarak görmemizi sağlar. Hayat, her zaman tam olarak kontrol edemeyeceğimiz, kesin olarak bilemeyeceğimiz bir süreçtir. Bu süreç içinde, her adımda kendimizi güvence altına almaya çalışsak da, bazen bilinmeyeni kabullenmek, huzuru bulmanın en güçlü yoludur.
Psikolog Arda Altınçelep
Comments